Deyimler - C
Kategori: Deyimler |
25 Mart 2008
|
DEYİMLER SÖZLÜĞÜ |
|||||||||||||||||||||||||||
Cadı kazanı
Fesadın ve dedikodunun çok olduğu, herkesin birbirine düştüğü, türlü düşmanlıkların kaynaştığı, hile ve düzenlerin kurulduğu yer. “Mahalle bir anda cadı kazanı gibi kaynamaya başladı.”
Caka satmak
Çalım satmak, gösteriş yapmak. “Caka satmayı bırak da işine bak.”
Cambul cumbul
Pek sulu, suyu bol (yemek için). “Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmuştu.”
Can alacak yer (nokta)
Bir şeyin en önemli yeri, en temelli noktası. “Meselenin can alıcı noktasına bir türlü ulaşamadık.”
Can atmak
Herhangi bir şeye sahip olmayı, ya da herhangi bir şeye erişmeyi çok istemek. “Top oynamaya can atıyordu.”
Can baş üstüne
İstenilen, arzu edilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatır. “Can baş üstüne efendim, kasabaya varınca onu hemen göreceğim.”
Can borcunu ödemek
Ölmek. “Beni korkutamazsın, bir can borcum var, onu da öder kurtulurum.”
Can çekişmek
Ölmek üzere bulunmak. “Yanına vardığımızda hayvan can çekişiyordu.”
Can damarı
Bir şeyin en önemli noktası, en mühim unsuru; bir şeyin yaşaması için en önemli araç. “Babam evin can damarıdır.”
Can damarına basmak
Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak, ya da bir şeyin en duyarlı noktasını açığa çıkarmak. “Adamın en sonunda can damarına bastılar, zararı da kendileri gördüler.”
Can dayanmamak
Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek. “Yıllarca uğraşıp didinip yaptığı ev bir anda kül oldu, buna can mı dayanırdı?”
Can düşmanı
Öldürmeyi bile düşünen, aşırı kin ve düşmanlık besleyen, dost olmayan. “Can düşmanları etrafında cirit atıyorlardı.”
Can evi
1. Yürek. 2. En duyarlı bölge. “Onları can evlerinden vurmaya yemin etti.”
Can evinden vurmak
En etkileyici, en can alıcı yönden saldırmak; bir daha yaşama imkanı kalmayacak şekilde vurmak. “Onları can evinden vurmalıyız ki bir daha bellerini doğrultamasınlar.”
Can havli ile
Ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle (bir eylem yapmak). “Silah sesini duyunca can havli ile yerinden fırladı.”
Can kalmamak
Gücü, kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma düşmek. “Daha fazla yürüyemeyeceğim, can kalmadı bende, siz gidedurun.”
Can kaygısına düşmek
Her şeyi bırakıp, içine düştüğü tehlikeden varlığını kurtarma ve koruma çabasında olmak. “Ortalık birbirine girip silahlar patlamaya başlayınca can kaygısına düştü zavallı kadın.”
Can kulağıyla dinlemek
Kendini vererek, büyük bir dikkatle dinlemek. “Babasının söylediklerini can kulağıyla dinlemeye başladı.”
Can pazarı
Herkesin kendi canının kaygusuna düştüğü ve kendi canını kurtarmaya çalıştığı tehlikeli bir durum, yer. “Ortalık toz dumandı; haykırışlar, inlemeler ortalığı çınlatıyordu; insanlar can pazarının tam ortasındaydılar.”